Uzun uzadıya yazmak isterdim. Ama nafile… Bir hesabı yakıp külleri savurduk ki helal olsun bu uğurda. Şimdi dilim lâl.
Bu kadar net, dobra, dosdoğru ifade edilebilirdi. Sadece minnettarım. Sessiz kalan, gizlice (güya) alkışlayan, “buradayız!” demekten bile imtina eden titrlerin ve binlerin arasında O da bir vaha ve yine “bir yazdı pir yazdı.” Minnettarım…
Doç. Dr. Cüneyt KÕNÚRÁLP’in yeni yazısı bizlerle.
Bilimadamlarının (“Biliminsanı” kelimesini kullanmamı beklemeyin; buna asla alışamayacağım. Zaten buradaki “adam” kelimesi de aslında “erkek” anlamında kullanılmıyor.) çok sık kullandıkları bir kelime vardır: “Plasebo”… Köken olarak “Placebo”, Latince “memnun edileceğim (I shall be pleasing)” anlamına gelmektedir. Bir de daha az kullanılan “Nosebo” terimi var… “Nocebo” da köken olarak Latince “zarar göreceğim (I shall be harmed)” anlamına geliyor. Bunların dışında “terim olarak” benim uydurduğum, ancak kullanılmamasını büyük bir eksiklik olarak gördüğüm bir kelime daha var: “Sebo” (veya İngilizce “Cebo”). Etimolojik olarak buna Latince bir karşılık bulamayız. Ancak, tahmin edeceğiniz üzere, “zarar veya fayda görmeyeceğim (I shall be no pleasing or no harming)” anlamını temsil ediyor… Böyle bir terimi neden uydurduğumu ve ne işe yaradığını az sonra anlatacağım.
Plasebo ve Nosebo etkileri günlük hayatta hep karşılaştığımız ve kullandığımız şeyler aslında… Teknik olarak da genellikle “subliminal mesaj” görevi görüyorlar ve bu nedenle, NLP (Nöro-Linguistik Programlama)’de de çok sık kullanılan unsurlardır. Mesela, çocuğunuza “sıkı giyin ki üşütüp hasta olma” dediğinizde, ‘sıkı ve üst üste giyinme eylemi üzerinde plasebo etkisi’ oluşturursunuz. Tabii, bu cümlenin etkisinde olan çocuk üzeri çok ince olarak dışarı çıkarsa da, bu durum tam tersine nosebo etkisi yaratacaktır. Dolayısı ile, ilk durumda çocuğun hasta (mesela nezle) olma ihtimalini azaltırken, ikinci durumda ise hasta (mesela nezle) olma ihtimalini de arttırmış olursunuz. Veya şöyle diyeyim (şimdi yazacağım rakamların hepsini uyduracağım, lütfen ciddiye almayın, karşılaştırma aklınızda kalsın): Böyle bir önermenin kullanılmadığı ve üstü ince olan 100 (başka bir rahatsızlığı olmayan) çocuk soğuk ortamda dışarı çıktığında 5’i hasta oluyor ise, önerme ile yüklenmiş 100 (başka bir rahatsızlığı olmayan) ince giyinmiş çocuğun (aynı ortamda) 20’si hastalanır (nosebo etkisi). Veya, böyle bir önermenin kullanılmadığı ve üstü kalın olan 100 çocuk soğuk ortamda dışarı çıktığında 5’i hasta oluyor ise, önerme ile yüklenmiş 100 kalın giyinmiş çocuğun (aynı ortamda) 2’si hastalanır (plasebo etkisi). Her ne kadar rakamları ciddiye almamanızı belirttiysem de nosebo etkisinde, plasebo etkisine göre daha bir abartı yaptığımı farketmişsinizdir. Çünkü, gerçekte de öyle… Korku ve endişe duyguları her zaman güven duygusunu bastırır. Biyoloji, kendisini “güvende” hissedip gevşemektense, tehlike olabileceğini varsayıp teyakkuzda kalmayı türünü devam ettirmek için daha emniyetli görür. Dolayısı ile, yukarıdaki örnekte, soğuk ortamda “ince giyinmek” sağlık için riskli olduğu ve hastalanılabileceği bir program olarak yerleştirildi ise, vektörel büyüklüğü “güvende ve korunaklı hissetme“ duygusundan daha fazla olan bu “korku” ve “endişe” duyguları, bilinç düzeyinde kaçınmaya çalıştığımız, ancak bilinçaltında kaçınılmaz olduğunu sandığımız sonucu yaratır, materyalize eder. Tasavvufta da vurgulandığı üzere, içimizdeki yaratıcının bedenimiz içinde “ol” deyip “ol”duramadığı hiçbir şey yoktur aslında… Taşımak istediğimiz duygu ve düşüncelere -çeşitli sebeplerle ekilmiş şüphe tohumları nedeni ile- eşlik eden parazit duygu ve düşünceler çoğu kere sandığımızdan daha güçlüdürler. Ve bu nedenle de genellikle onlar “ol”urlar… İşin bu Felsefi kısmına daha fazla girmeyeceğim.
Bilimde de plasabo ve nosebo etkisi çok kullanılır. Doktorun hastaya vereceği ilaç ve tedavi ile ilgili olarak ifade ettiği her olumlu bilgi plasebo etkisi olarak eklenir. Hele bu doktor Profesör ise, Bölüm Başkanı veya Başhekim ise veya bir Bilim Kurulu üyesi ise ve hatta İsviçre’den gelmiş bir Bilimadamı ise bu plasebo etkisi katlanıverir… Doktorun bahsettiği yan etkiler, ilaç prospektüsünden veya google’dan okunan veya komşudan duyulanlar ise nosebo etkisi katar. Hastanın kendi yargıları, dini düşünceleri, alışkanlıkları veya öncesinde kendisine yüklenen önermelerin de plasebo ve nosebo etkileri olacaktır. Bütün bunların sonucunda bir faktör ağır basacaktır ve hastada o ilaçla ilgili net bir plasebo veya net bir nosebo etkisi oluşacaktır… Dolayısı ile, aynı konu ile ilgili olarak her insanda oluşan net plasebo ve net nosebo etkileri farklı olabildikleri gibi, bir kimsede plasebo, başka bir kimsede ise nosebo (veya bir başkasında da sebo) etkisi olarak kendisini gösterebilir. Yani burada bir subjektivite söz konusudur. Bunu bir kenara yazın.
Bu noktada, yanlış anlaşılmaması için plasebo ve nosebo etkisi hakkında önemli bir şeyi vurgulamak istiyorum. Plasebo ve nosebo, bedene giren bir substans (madde) veya bedenin karşılaştığı bir durumla ilgili olarak pozitif veya negatif etkiyi arttıran bir katkıdır… Psikolojik bir faktördür… Ancak, çok kuvvetli bir şekilde oluşturulsalar dahi, iki yönde de bir mucize beklemeyin. Hastaya binbir övgü, süsleme ve hikâye ile Siyanür zehiri verip plasebo etkisi sayesinde bundan etkilenmemesi beklentisine girmeyin sakın. Böyle bir durum teorik olarak mümkün olabilir, ancak bu Dünya’da böyle bir farkındalık seviyesinde ve şüphe parazitinden arındırılmış bir mükemmeliyette birileri varsa da bunların sayıları herhalde iki elin parmaklarını geçmez.
Peki, “plasebo etkisi” ile “plasebo kontrollu çalışma” aynı şeyler mi? Değil tabii… Plasebo kontrollu çalışma, olumlu etkisi olduğunu varsaydığınız ve araştırdığınız bir ilaç veya prosedürün etkisinin plasebo etkisinin üzerine çıkıp çıkmadığının kontrol edildiği çalışmalardır. Eğer çalışma (ilacın veya prosedürün kullanıldığı) gruptaki neticeler kontrol (plasebo [serum fizyolojik, içme suyu, şeker gibi]) grubundan istatistik açıdan daha iyi çıkmış ise, bu ilaç veya prosedür hedef amaç için kullanılabilir kabul edilir… Çift kör denilen (yani ilacı alanın da verenin de hangi grupta olduğunu bilmediği) çalışmalar daha da objektif kabul edilir. Aslında, en büyük objektivite üç kör sistemi ile (istatistik çalışmaları yapan kişi de analizler tamamlanana kadar sadece A ve B grubu diye biliyor olsa) uygulanabilir; ancak literatürde bunun hiçbir örneğini görmedim.
Peki bir ilaç veya prosedür hedef etki açısından plaseboya üstün olsa da, yan ve istenmeyen etkilere de sahip olamaz mı? Tabii ki olabilir ve genellikle de böyledir. Peki bunu nasıl araştırabiliriz? Genel olarak kabul edilen kural; “denenen ilaç veya prosedür ile ilgili olarak belli bir yan etki plasebo grubundakinden daha az görülmüş ise, o ilaç veya prosedür o konuda zararlı değildir, daha fazla görülmüş ise zararlıdır demektir”. Ancak, burada bir mantık hatası var, daha doğrusu, gözönünde bulundurulmayan bir faktör var. Bu çalışma tedavi edici etkisi olduğu öne sürülen bir ilaç veya prosedür için yapılıyor ve daha en baştan iki grup (yani hem çalışma grubu hem de plasebo grubu) üzerinde de plasebo etkisi yaratılmış. Yani çocuk kalın giysilerle dışarı çıkartılmış. Böyle bir çalışmada siz, plasebo etkisiyle dengelenmiş bazı yan etkileri yakalayamazsınız. Bir ilaç veya prosedür zararlı mı veya yan etkileri var mı diye araştırma yapmak istiyorsanız, üzerinde plasebo değil, nosebo etkisi yaratmanız gerekir. Yani; çocuğu ince elbiseyle dışarı çıkartıp (çalışma grubu bu yazının başındaki önerme ile yetiştirilen çocuklar, kontrol grubu ise böyle bir önerme ile yetiştirilmeyenler), ‘buna rağmen hasta olacak mı bakalım’ demeniz gerekiyor. Kontrol grubuna yine serum fizyolojik, içme suyu veya şeker, vs. sunup, ‘sana zararlı olabilecek bir şey veriyoruz’ diyerek üzerinde nosebo etkisi oluşturacaksınız… İşte, bu karşılaştırma sonrasında araştırdığınız ve zararlı/yan etkili olabileceğini düşündüğünüz ilaç/prosedür, o konuda nosebo grubundakinden daha az olumsuz etki yarattı ise zararlı/yan etkili olmadığını iddia edebilirsiniz artık. Nosebo (yani olumsuz anlam yüklenen serum fizyolojik, vs.) grubundan daha olumsuz etkileri varsa, o ilaç/prosedür o konuda zaralıdır/yan etkilidir… İşte herkes duysun; bilimsel çalışma böyle yapılır…
Ben bilimsel dergilerde nosebo kontrollu çalışma da görmedim… Belki vardır benim kaçırdığım, ancak varsa da çok az sayıda ki rastlayamıyoruz. Ancak, bir ilaç veya prosedürü araştırmak istiyorsanız, yapmanız gereken şey ayrı ayrı (ikişer grupla) veya tek bir çalışma ile (dört grupla) plasebo ve nosebo kontrollu çalışma yapmaktır. Gruplardan ikisine plasebo etkisi yükleyip karşılaştıracaksınız, gruplardan diğer ikisine de nosebo etkisi yükleyip karşılaştıracaksınız… Ve illet olduğum üzere, televizyondaki bir açık oturumda da, yüksekten bakan bir eda ile, “peki bu konuda ‘randomize, prospektif, plasebo kontrollu, çift kör çalışma’ yaptınız mı” diye de bilgiçlik taslamayacaksınız… Bilim öyle olmuyor…
Peki… Bir de benim ürettiğim “Sebo” etkisi kavramı vardı. Bu nedir ve nasıl kullanacağız? Evet; ezber bozacak kısımlara gelmeye başladık… Sebo etkisi nötr etki, yani etkisizlik demek. Bir başka deyişle, hedef konu ile ilgili olumsuz veya olumlu bir etkisinin olmaması demek. Mesela, size bir bardak temiz kaynak suyu ikram ettim diyelim. Dersem ki, “bu çok özel bir sudur, bağışıklık sistemini çok güçlendirecek, bunu içince en az iki gün hastalanmazsın”; plasebo etkisi yüklemiş olurum… Veya dersem ki, “bu su mikropludur veya içinde ağır metal var, dikkatli iç (ne demekse :)) ), hastalanabilirsin”; nosebo etkisi yüklemiş olurum… Peki, “bu bildiğin, kaynak suyu, içmen için verdim” desem? İşte o zaman da Sebo etkisi yüklemiş, yani etkisiz eleman yaratmış olurum…
Eyvallah… Bunu da anladık… Peki, bunu neden anlattım? Bilimsel çalışmalarda kullanılabilir mi bu? Evet kullanılabilir. Hem de iki farklı şekilde kullanılabilir. Çalışma grubuna faydalı olduğuna inandığım bir ilaç veya prosedürü uygularım, kontrol grubuna da serum fizyolojik, vs. veririm… Ancak, her iki gruba da vücudun üzerinde olumlu veya olumsuz hiçbir etkisi olmayan bir ilaç verdiğimi beyan ederim… Bu, “pozitif Sebo kontrollu” çalışmadır. Diğer durumda ise, çalışma grubuna zararlı/yan etkili olduğuna inandığım bir ilaç veya prosedürü uygularım, kontrol grubuna da serum fizyolojik, vs. veririm… Ancak, her iki gruba da vücudun üzerinde olumlu veya olumsuz hiçbir etkisi olmayan bir ilaç verdiğimi beyan ederim… Bu da, “negatif Sebo kontrollu” çalışmadır. İlk çalışmada; eğer çalışma grubunda hedef konularla ilgili daha olumlu sonuçlar çıkarsa, bu konuda faydalı; daha olumsuz sonuçlar çıkarsa, zararlı/yan etkili olarak kabul ederim. Diğer çalışmada ise; eğer çalışma grubunda hedef konularla ilgili daha olumlu sonuçlar çıkarsa, beklediğimizin tersine zararlı değil, hatta faydalı, daha olumsuz sonuçlar çıkarsa beklediğimiz üzere zararlı/yan etkili olarak kabul ederim. Eğer, her iki grupta da sonuçlar kontrol grubu ile aynı çıkarsa, hedef konu ile ilgili olarak gerçekten de olumlu veya olumsuz bir etkisi olmadığı (irrelevant factor) sonucuna ulaşırım, ki bu da çok önemli bir çıkarımdır. Yine, yukarıda olduğu gibi, test edilmek istenen bir ilaç veya prosedürün hem “pozitif sebo kontrollu” hem de “negatif sebo kontrollu” olarak çalışılması çok daha değerli ve sağlıklı bilgiler verecektir.
Kafanız mı karıştı?… “Tam plasebo kontrollu ve nosebo kontrollu çalışmaları kavramıştım ki, kendi uydurduğun ve hiçbir kitap veya yayında geçmeyen iki kavramı açıkladıktan sonra, artık onlar da birbirine girdi” mi diyorsunuz? Endişelenmeyin, toparlıyorum. Ancak, hazır olun, burada darbeyi indireceğim. Bilimsel çalışmalarda bir ilaç veya prosedürün fayda ve zararlarını tespit etmek amacıyla çok sık kullanılan plasebo kontrollu ve çok az kullanılan veya hiç kullanılmayan nosebo kontrollu çalışmalar, çalışma öncesinde her iki gruba da “plasebo” veya “nosebo” etkisi yüklendiği ve her bireyin “plasebo” ve “nosebo” ETKİ ALGISI FARKLI olduğu için, ASLINDA HİÇ DE BİLİMSEL OLMAYAN çalışmalardır. Yapacağınız çıkarımlar gerçekleri yansıtmayabilir. Bu handikapı, yukarıda önerdiğim gibi, aynı ilaç veya prosedürü plasebo ve nosebo kontrollu olarak ayrı ayrı yaparak azaltsanız bile sıfırlayamazsınız… Evet yukarıda, “işte herkes duysun; bilimsel çalışma böyle yapılır” dediysem de, şimdi aynı yazı içinde bilinçli olarak kendi cümlemi çürütüyor ve “daha da iyisi var” diyorum… O da, şu ana kadar yayınlanmış hiçbir bilimsel dergide görmediğiniz “pozitif sebo kontrollu çalışma” ve “negatif sebo kontrollu çalışma”lardır… Bu çalışmalarda, hastaların üzerinde hiçbir beklenti oluşturmadığınız ve subjektif bir plasebo veya nosebo etkisi yaratmadığınız için, ilaç veya prosedürün saf kimyasal/fiziksel, vs. etkilerini direkt olarak görebilir ve nötrle, sıfır etki ile kıyaslayabilirsiniz (aslında düşünürseniz, hayvan deneylerinin hepsi -ki hiç tasvip etmiyorum- sebo kontrollu çalışmalardır) … Ve bu sonuçlar diğer plasebo/nosebo kontrollu çalışmalardan çok daha sağlıklı olacaktır. İşte o zaman bir ilacın veya prosedürün hedef konuda gerçekten faydalı veya zararlı olduğu veya hiçbir etkisi olmadığı ortaya çıkacaktır. Biz zaten araştırma sonunda faydalı çıkacak bir ilaç/prosedür için uygulamada (yani hastaya verirken) bunun üstüne plasebo etkisi oluşturacağız, ki her hekim bunu yapmalıdır, yani yaptığı tedavinin üzerine plasebo etkisi de yüklemelidir. O ayrı bir konu. Ancak, ilaç/prosedürün plasebo/nosebo etkisi olmadan, sadece kendisine ait olan etkisini de muhakkak bilmemiz gerekiyor ve yalnız önerdiğim tipteki çalışmalarla bunlar ortaya çıkarılabilir. Veee… Şimdi aynı cümleyi bir kez daha yazıyorum: İşte herkes duysun; bilimsel çalışma böyle yapılır…
Bu zamana kadar yapılan tüm araştırmaları neredeyse boşa çıkartacak böyle bir iddia ve öneri ile riske girdiğimi ve belki de bir sürü saldırıya maruz kalacağımı biliyorum. Lakin, ben bilimi böyle okuyorum. Ben hayatım boyunca bana öğretilen hiçbir bilgiyi “kesin” ve “değişmez” olarak kabul etmedim, onları sorgulamaktan, doğruluklarını ve eksikliklerini kurcalamaktan çekinmedim. Prensip olarak arkasında duramayacağım hiçbir bilgiyi de sunmam… Normalde, sadece bilimsel bir mecrada tartışılması gereken bu bilgileri, halkın rahatça ulaşabileceği bir ortamda sunmaktan da çekinmiyorum. Bu yazımın ve fikirlerimin ismimin zikredilmesi kaydı ile (lütfen emeğe ve bilgiye saygı gösterin) başka yerlerde paylaşılmasında da sakınca görmüyorum…
Her neyse… Şimdi başka bir konuya geleceğim… Biz yine plasebo, nosebo ve sebo etkilerine geri dönelim… Daha önceki yazılarımda insanları etkilememek için bu konuya girmek istemedim. Ancak, artık zamanı geldi. Plasebo etkisi ile zararlı bir ilaç/prosedür/durumun bu etkilerini azaltabilir, nosebo etkisi ile de faydalı olan bir ilaç/prosedür/durumun faydasını aynı şekilde düşürebilirsiniz… Ve şunu da unutmayın; yaratılan her plasebo etkisi, karşı senaryo için otomatik olarak bir miktar nosebo etkisi oluşumuna da sebep olacaktır (ve tabii, tersi de doğrudur). Sürecin sonuna yaklaştığımız için artık az sonra okuyacaklarınızı yazabiliyorum.
Maalesef, pandemi sürecinde de sürekli ve organize olarak plasebo/nosebo (hatta sebo) etki çalışmaları yapıldı… Covid aşılarının (ve hatta tüm aşıların) hedeflenen amacı sağlamakta yeterli olmadığını, buna karşılık içerdiği kimyasal ve biyolojik materyaller nedeniyle kısa ve uzun vadede ciddi sağlık problemlerine yol açtığını önceki yazılarımda defalarca yazmıştım. Buna karşılık, Covid aşıları üzerinde çok ciddi ve organize bir “plasebo etkisi çalışması” yapıldı. Bunun için akademik unvanlar, Bilim Kurulu, Bilimadamları, Türk Tabipler Birliği gibi metaforik etkiler de alet edildi. Ancak, sonuçlar plasebo etkisi ile örtülemeyecek, tamponlanamayacak kadar ağırdı… Bunun üzerine, sayılarla ve istatistiki bilgilerle oynandı, sansür kondu, dizi ve reklamlara subliminal mesajlar yerleştirildi, yalan haberler yapıldı, vaka takdimleri ile basın ve sosyal medya kullanılarak bireysel vakalar gözümüze sokuldu, hatta istatistikler örtülemeyecek hale gelince tam aşılılar diye bir grup oluşturup bunu aşısızlar+en fazla iki doz aşı olup son aşısını olduktan sonra 14 günden az zaman geçmiş olanlar şeklinde yaratılan ve araştırma (research) tarihine büyük bir utançla geçecek karma/suni bir grupla karşılaştırdılar, vs., vs… Bu arada, şunu da söyleyeyim. Aşı olan herkes plasebo etkisinde değildi… Mahalle veya ev baskısı ile zorlanan, işini veya ihlal edilen Anayasal haklarını korumak isteyenler plasebo değil, nosebo etkisi altında oldular bu aşıları…
Bu süreçte aşıların kendileri ile ilgili olarak dahi farklı çalışmalar yapıldı. Hatırlayın… İlk çıktığında, “hangisinin olduğu hiç önemli değil, hepsi üç aşağı beş yukarı aynı, yeter ki birini seçin” diyerek tüm aşılar için plasebo etki çalışması yaptılar. Sonra, tek doz aşı için nosebo, ikinci ve daha sonra üçüncü rapel (hatırlatma) dozları için plasebo çalışması yapıldı. Daha sonra, tekrar bir düğmeye basıldı ve mRNA aşıları için plasebo, inaktif aşılar için de nosebo çalışmalarına geçildi… Son olarak da, onur meselesi yaparak ve faz çalışmasını tamamlamama pahasına 2021’in son gününe zor bela yetiştirdikleri Turkovac üzerinde -çok da başarılı olamadıkları- bir plasebo çalışması yaptılar. Gerçekten rezalet bir süreçti…
Tiyatro gibi olaylara şahit olduk bu süreç içinde… Maddi durumu iyi olanlardan yurt dışına gidip aşı yaptıranlar oldu. Çevresi geniş olanlar bir yerden torpil ayarlayarak sırası gelmeden aşı olmanın yollarını buldu… Bir şekilde öncelik sırasında olup da erkenden aşı olanlar sosyal medya hesaplarından aşı olma anlarının fotoğraflarını paylaşıp etrafa hava attılar… Kimisi de, antikor titresini gösteren laboratuar sonucunun fotoğrafını paylaşarak diğerlerine hava attı… “Aşısız hastaları muayene etmem/tedavi etmem” diyen, acile gelenleri bile neredeyse hakaret ederek gönderen bu mesleğin yüz karası, yeminlerini çiğneyen meslektaşlarım türedi. Aşılılar sosyal statüleri ne olursa olsun aşısızlara ve hatta “tam aşılı” adı altındaki protokolu tamamlamayanlara göre şehirlerarası ulaşımda, sinema/tiyatro aktivitelerinde, okullarda ve iş yerlerinde çok daha avantajlı idiler. Aşısızlar ve protokolu tamamlamayanlar için ise hem hayat daha zorlaşıyor hem de dışlanıyorlardı. Aşısızlar ve aşı aleyhine konuşanlar cahil, bilim düşmanı, bencil, provakatör ve daha da kötüsü, aşılıları da riske atan, pandemiyi uzatan ve daha fazla rapel dozu yapılmasına sebep oldurtan kişilerdi (her bir sıfat için ayrı ayrı yapılan nosebo etkisi çalışmalarını görebiliyor musunuz?). Sanki yapay bir ırkçılık peydah olmuştu insanlar arasında… Yani sadece sağlık konusunda değil, başkalarına üstünlük kurma ve prestij yönünden de plasebo etkisi (tersi yönde de nosebo etkisi) kurulmuştu. Bu sadece bazı örneklerini vermiş olduğum vakıalar, aşılarla ilgili oluşturulan plasebo etkisinin ve aşı olmayı red edenlerle ilgili oluşturulan nosebo etkisinin ne kadar büyük olduğunu gösteriyor. Bu kadar yanlış ve tehlikeli bir amaç için ne kadar güzel ve etkili bir organizasyon, değil mi?
Hatırlarsanız, yazılarımda aşı olmak isteyen insanlara da bu tercihleri için saygı gösterilmesi gerektiğini belirtmiştim. Ancak, tek bir şartla… Aşıların içeriklerini ve olası problem ve yan etkilerini bilmeleri şartı ile… Bu vesile ile, şunu söylemekten hiçbir tereddüt duymadığımı beyan edeyim: “Bedene enjekte edilen aşıların (tüm aşıların) içinde bir sürü kimyasal madde dışında farklı tipte doku ve hücre parçalarının ve bu hücreleri infekte etmiş bakteri, riketsiya, klamidya, virüs, mantar, parazit fragmanlarının bulunduğunu söylemeyen, bu bilgiyi saklayan her Hekim, ‘yeminine ihanet etmiştir’ ve benim için artık ‘Doktor’ değildir”. Bu, hiç kimsenin taşıyamayacağı kadar ağır bir vebaldir.
Her neyse, konumuza dönelim. Aşıların içeriklerini ve olası yan etkilerini bilen bir kişi, hala aşı ile Covid’e karşı korunabileceğine veya daha hafif geçireceğine (yani ölümden kurtulabileceğine) inanıyor ise, bu yöndeki plasebo etkisi ve Covid ile ilgili olarak aşısızlar için oluşturulan kuvvetli ve yine ölüm korkusuna dayalı nosebo etkisi birarada değerlendirildiğinde bu yolu seçmek durumunda kalabilir. Çünkü, bu kadar büyük (ve özellikle de 65 yaş üstü için oluşturulan) bir ölüm korkusu hastalığın kendisinden çok daha büyük bir risk gelişimine neden olur. Aslında bir hekim olarak, “kişi istekli olsa/tercih etse bile ona asla aşı yapılmamalı” demem gerekiyor; ancak öyle bir ortam yaratıldı ki, “aşı olmazsam öleceğim” programı yüklenmiş insanlar için, oluşturulan güçlü plasebo etkisini kullanabilmek ve daha da güçlü olan nosebo etkisinden kaçırabilmek adına bu opsiyonu ekarte edemiyoruz. Ne kadar üzücü bir durum…
Mutasyon kavramı üzerinde de “nosebo çalışması” yapıldı. Defalarca anlattım, doğal mutasyon iyi ve olması gereken bir şeydir, aşı ile bozulan ve değiştirilen mutasyon ise tehlikeli varyasyonlara sebep olup pandemiyi uzatır diye… Ama aynı nosebo çalışması aşısızlar için de yapıldı… Bu kişilerin yakınında olan aşılılar, ince kıyafetle dışarı çıkan “önerme yüklenmiş” çocuklar gibi kendilerini risk altında hissettiler, ölümcül varyasyonlara maruz kaldıklarını düşündüler… Aşısızlara vebalı ve cüzzamlı gibi davrananlar oldu.
Farklı yazılarımda konu ettiğim “Antikor titresi” rezaleti de plasebo etkisi ile zorlanan bir konu oldu…
Maske ve sosyal mesafe için ve sözde tedavi için kullanılan antiviral ilaçlar için de plasebo etkisi çalışması yapıldı. Buna rağmen bu ilaç tedavilerinin nasıl sonuçlandığını hepimiz biliyoruz.
Bu arada, “aşı karşıtları” yaftası yapıştırılan (bu isim bile bir nosebo etkisi yaratmak için kullanıldı) insanlar içinde de yanlış haber ve istatistiklerle aşı, maske ile ilgili nosebo çalışması yapanlar çok olmuştur. Bunu da unutmayalım.
Bir de zencefil, sarımsaklı yağ, tuzlu su, iyot, Kolloidal gümüş gibi bağışıklık sistemine destek olan veya patojenleri direkt olarak öldüren substanslar var… Onlara da “hiçbir etkisi yok, bunları kullanıp boş yere kendinizi aldatmayın” dediler… Bu da Sebo etkisine güzel bir örnektir…
Coronavirüs’e gelince… Nosebo etkisinin kralını yedi… Filmlerdeki Astronota benzeyen kıyafetler ve yolda düşüp bayılan, konvülziyon krizi geçiren hasta örnekleri, morgun dışına taşan cenazeler, toplu gömülme görüntüleri, vs. ile ön hazırlıklar yapıldı. Sonrasındaki gelişmeleri hepiniz biliyorsunuz.
Sorarım size; hangimiz bugüne kadar yatak döşek, yüksek ateş, ağır vücut kırıklığı, öksürük vs. semptomları ile evde kendi başımıza grip geçirmedik? Çoğu kere bırakın hastaneye yatmayı, doktora bile gitmemişizdir böyle durumlar için. Oysa şimdi insanları öyle bir hale getirdiler ki, burun akıntısı, boğaz ağrısını bırakın, biraz baş ağrısı veya vücut kırıklığı hisseden kişiler yalancı pozitif oranı yüksek olan bir PCR testini yaptırmak için panikle hastaneye koşuyor. Testi pozitif çıkanlar (bu test için yaratılan nosebo etkisini görüyorsunuz) içinde, neredeyse hiçbir şikâyeti olmadığı halde tanıdıklarını devreye sokarak hastaneye yatış yaptırmaya çalışanlar var…
Hatırlayın… Yazının başlarında “korku”nun her zaman daha derin bir duygu olduğundan ve nosebo etkisinin genellikle plasebo etkisinden daha güçlü geliştiğinden bahsetmiştim. Sürecin başından beri çok çok organize bir şekilde pompalanan korku sayesinde, özellikle aşı olmamayı tercih eden insanlar üzerinde güçlü bir “nosebo” etkisi oluşturuldu. Bunun vaka sayılarına yansıması da kaçınılmaz oldu.
Sonunda, dünyada birçok insanın hor gördüğü ve pahalı aşıları esirgeyerek(!) güya seçilmiş (?) insanların arasında olmadıkları mesajını vermeye çalıştıkları Afrikalılar sayesinde (ben buna Biyoloji’nin Şamarı diyorum) daha uyumlu varyantlar oluştu da tüm bu nosebo ve plasebo etkilerine rağmen ölüm oranları kimsenin inkâr edemeyeceği, maskeleyemeyeceği kadar düştü. Nosebo etkisini sonuna kadar kastırmaya kararlı olan bazı felaket tellalları dışında, en yetkili ağızlar bile artık bunun nezle-grip seviyesine dönüştüğünü ve ortada-zaten zorlamayla sokulan- bir Pandemi durumunun kalmadığını söylemek zorunda kalıyorlar. 2019 ve öncesinde hergün İnfluenza’ya yakalanan, bu yüzden yoğun bakıma yatırılan ve ölen hastaların sayılarını ve ölüm döşeğindeki hastaların fotoğraflarını televizyon ve yazılı basında yayınlasalardı farklı bir gerçekle karşılaşacağınızı mı zannediyorsunuz? Üstelik, çoğumuzun bilmediği bu rakamlar üzerinde nosebo çalışması bile yapılmamıştı.
Son iki yılı maske ile geçirdik, ancak bence bu dönem daha ziyade maskelerin takıldığı değil, maskelerin düştüğü bir dönem oldu… Maalesef, aralarında kendi meslektaşlarımın da olduğu birçok kesim sağduyu ve mantığını kaybetti. Kendi üzerlerinde yaratılan ve sonrasında da bizzat kendi yarattıkları nosebo etkisinin ve belki de hırslarının, şöhretin kontrolu altına girdiler. Bütün bunlar sona erince, artık akademik titrli insanların fazla ciddiye alınmadıkları ve saygınlıklarının azaldığı bir döneme gireceğimizi düşünüyorum… Bilmiyorum, belki de böylesi daha iyidir… Belki bundan sonra titrler değil de, o titre değer katan insanlar konuşur. Bu meslekte birçok insanın kendisine verilen akademik unvana güvenerek ve onun yarattığı metaforik gerçekliğin de etkisiyle, bilmedikleri konularda ahkam kestiklerine çok şahit oldum. Oysa, insan akademik unvanla kıymete binmez… İsminin başına eklenen unvanı o kişi doldurmalıdır, taşıdığı titrin değerini, itibarını o kişi söylem ve eylemleri ile yükseltmelidir. Yoksa, akademik titrlerin değeri, ülkemizin para birimi gibi sürekli değer kaybeder ve o titre sahip olan gelecek nesiller de saygı görmezler… Ben üzerinde Atatürk’ün fotoğrafı olan banknotlarımızın değerinin düşmesine çok üzülüyorum, hatta içim yanıyor. O fotoğraf bunu haketmiyor çünkü… Aynı şekilde, “akademik titrler” de maalesef kendisini hiç haketmeyen isimlerin başına yerleştirilerek sürekli değer ve itibar yitiriyor… Niyetim asla siyaset ve politika yapmak değil… Bunlarla hiç işim olmaz… Ancak, ülkemizin “aydın” kesimini temsil eden kişilerin; vatanını ve ülkesini seven, içleri dolu ve kaliteli insanlardan oluşmasını dilemek de benim hakkım olmalı.
Saygılarımla. Doç. Dr. Cüneyt Konuralp. 31.01.2022
NOT: Yukarıda bahsettiğim nosebo ve sebo kontrollu çalışmaların bir kısmının etik veya bazı başka sebeplerle yapılamayacağı durumlar olabilir. Yazıyı lütfen fikir jimnastiği olarak değerlendirin ve münferit örneklerden ziyade kavramlara yoğunlaşın. Hangi durumlarda hangi tür çalışmaların yapılmasının uygun olacağı konusu tabii ki ayrı bir tecrübe ve bilgi işidir.
Doç. Dr. Cüneyt Konuralp’in Tüm Yazıları >>>
YAZI 1- Bağışıklığın takibinde antikorlar doğru kriter mi?
YAZI 2 – Aşısızların mutasyona sebep olup aşılıları riske attığı doğru…?
YAZI 3 – Mutasyon halka algılattırılmaya çalışıldığının aksine, KÖTÜ DEĞİL, İYİ…
YAZI 4 – mRNA Aşılarındaki Grafen Meselesi
YAZI 5 – Dr. Cüneyt Konuralp’ten okuyucularım için özel derleme
YAZI 6 – Corona Gündeminde Sansür, Bilgi Kirliliği ve Gerçekler
YAZI 7 – Antikorlarla ilgili Saklanan/Bilinmeyen Gerçekler
YAZI:8 Yeni varyant Omicron (NU) üzerine
YAZI 9: Omicron varyantı iyi mi, kötü mü? Ne olacak şimdi?
YAZI 10: Plasebo, Nosebo ve Sebo etkileri ve Pandemi ile ilişkileri
Su gibi bitti yazı. Bütün katlanmak zorunda bırakıldığımız süreç gözlerimin önünden bir kere daha geçti ve bir kere daha içim acıdı. Cüneyt Bey’in son düşüncelerine de katılmamak mümkün değil, bir çok akademik unvan sahibi kişiyi istesem de ciddiye alamıyorum artık. Bilmek ve düşünmek çok farklı eylemler. Bilimin kendisi devamlı yenilenmeye açıkken, çok bir kesinliği yokken ezberledikleri cümleleri tekrar tekrar söyleyip beyinlerini çalıştırmaktan imtina eden kişileri nasıl ciddiye alalım? Ama biliyorum ki Cüneyt Bey gibi ünvanının hakkını veren kişiler var, yolumuz hep onlarla rastlaşsın.
Cüneyt Bey’e yazısı için Merih Hanım’a paylaştığı için teşekkürlerimi sunarım.
İyi ki yazmışsınız hocam,ve sevgili Merih,sen olmasan ne çok şeyden mahrum kalırdık.Meslek onurunu ve ahlakını,paradan ve şöhretten önde tutan hekimlerimizi,saygı ve sevgi ile selamlıyorum.Emeğinize yüreğinize sağlık,hem hem hem de can Merih ♥️
Yine muhteşem bir yazı olmuş; ağzınıza , yüreğinize sağlık Cüneyt Bey,ve çok sağolasın Merih hanım.Allah sizlerden razı olsun.