Doç. Dr. Cüneyt KÕNÚRÁLP’in yeni yazısı bizlerle…
Geçenlerdeki (15.01.2022 tarihli) bir yazımda [okumak için tıklayınız], “doğanın kurallarına aykırı bir müdahale yapılmazsa, sözde pandemi sonlanmak üzere gibi gözüküyor” demiştim. Uzatmaya ve abartmaya çalışan tüm çığırtkanlara rağmen bu pandeminin sonuna yaklaştığımız bu günlerde, görevimi tamamladığım inancı ile muhtemelen son yazımı sizlerle paylaşıyorum. Merih Hanım’ın paylaşma inceliğini gösterdiği ve sizlere farklı bakış açıları da kazandırmaya çalıştığım yazılarımda arkasında durmadığım tek bir cümle yoktur. Her bir yazının altında tarih olduğu için, süreç içinde olan gelişmeleri gözönünde bulundurarak yaşanılanlarla yazdıklarım arasında kayda değer bir çelişki olmadığını görebilirsiniz. Bu süreçte, komplo teorisi olarak kabul edilen birçok konuya yazılarımda özellikle değinmedim. Kaldı ki, bu komplo teorilerinin bir kısmına (ama hepsine değil) ben de inanıyorum. Ancak, insanlara korku ve umutsuzluk aşılayacak, daha doğrusu zaten aşılanan bu duyguları körükleyecek şeylerden bahsetmemin (yani bir önceki yazımda belirttiğim üzere ekstra bir “nosebo etkisi yaratmanın”) toplum yararına olacağını sanmıyorum. Bu hususlarla ilgili bilinçlendirmenin farklı platformlarda ve farklı yollarla yapılması daha uygundur.
Bununla birlikte, bu sürecin son paylaşımı olduğunu ümit ettiğim bu yazımda, önceki yazılarımda verdiğim bazı ipuçlarını biraraya getirerek puzzle’ı tamamlamanıza yardım ederek sizlere bir -geçici- veda hediyesi sunmaya karar verdim. Bu nedenle, bu yazıyı okurken -ve sonrasında- önceki yazılara tekrar dönmeniz gerekebilir. Evet… Başlayalım bakalım…
1- Hatırlarsanız, ilk yazılarımda (YAZI 2) Covid infeksiyonunda problemin yani ağır kliniğin veya ölümcül seyrin patojenin kendi yıkım/istila gücü ile değil, patojene karşı oluşan immün yanıtın kendi dokularımıza da etkili olarak sebep olduğu organ hasarı ile alakalı olduğunu yazmıştım (öyle olmasa idi aktif bağışıklık sistemleri henüz devrede olmayan bebeklerin Covid’le adeta telef olmaları gerektiğini de belirtmiştim). Birçok kişinin “Sitokin fırtınası” tabiri ile gömmeye çalıştıkları bu gerçek, aslında “infeksiyonla tetiklenen bir otoimmün sendromdan” (“otoimmune syndrome induced by infection”) başka bir şey değildi. Coronavirüs’ün yeni formuna karşı gelişen immün yanıt bazı insanlarda bu otoimmüniteye sebep olmuyor ise, hastalık belirti bile vermeden veya çok hafif bir şekilde geçirilebiliyordu. Bu tamamen hepimizde (ama hepimizde) az veya çok bozulmuş olan bağışıklık sistemimizin Covid antijenleri ile kendi hücrelerimiz arasında benzerlik kurma (veya daha doğrusu aynı antijenlere sahip olduğunu sanma) hatasından kaynaklanıyordu. Hepimizin bağışıklık sistem ayar bozukluğunun (ısrarla belirtiyorum, “yetersizliğinin” değil, “ayar bozukluğunun”) aynen parmakizi gibi birbirinden farklı olduğunu, bu yüzden sağlıklı ve dinç gözüken birilerinin dahi hastalığı ağır geçirebileceğine değinmiştim (bu yönüyle baktığımızda, aşılamanın çözümden ziyade daha bile çok zarar vereceğini görebiliyoruz). Sonrasında bu konuya özellikle değinmedim. Ancak, artık vakti geldiği için bu bahsettiğim hususu ve diğer yazılarımda geçen bazı bilgileri birleştirip daha anlamlı bir yere oturtacağım.
Yine hatırlarsanız, doğal mutasyonların hem patojen mikrorganizma hem de konak hücre tarafından birlikte çalışılarak gerçekleştirildiğini ve bunun sonucunda ya bu infeksiyon yolunun bu konak hücresi ile ilgili olarak tamamen kapanacağını ya da iki tarafın karşılıklı olarak uyumlandığı bir parazitik yaşam şekline dönüşeceğini anlatmıştım. Covid için şu anda -beklediğimiz üzere- ikinci senaryoya doğru gidişi yaşıyoruz. Peki, önce virüs beden için yıkıcı değil, problem otoimmünite dedim, şimdi de virüs ve organizma mutasyon geçirerek öldürmeyecek bir yol buluyor diyorum. Bu iki bilgi arasında bir çelişki yok mu? Hayır yok… İnanın bana, aylardır sizlere iki bilgi arasında bu bağlantıyı kuracağınız açıklamayı yapmak için uygun zaman ve ortamı bekliyordum. O zaman da geldi sonunda…
Sonuçta, bağışıklık sistemi farklı olan bazı duyarlı insanlarda virüsün antijenleri otoimmüniteye sebep olup ölümlere veya çok ağır kliniklere yol açıyordu ya… Virüsün bunu isteyeceğini mi sanıyorsunuz? Hangi sebeple olursa olsun virüsün infekte ettiği konak hücreye ev sahipliği yapan konak canlının (insanın) ölmesi virüsün de işine gelmez. Ve biyoloji çözüm odaklı olarak çalışır. Şimdi ben virüsüm… İmmün sistemden bir şekilde kaçabiliyorum ve konak hücreye giriyorum, konak hücre ile de belli bir uyum yakalayabildim; ama yine de bir şeyler ters gidiyor ve konak ölüyor… Belli ki, bende konağa zarar veren bir şey var… O zaman çeperimdeki bazı proteinlerin yapısında değişiklikler yaparak (mutasyon geliştirerek) bir daha deneyeyim. Ve bu denemeler sonrasında çapraz reaksiyona yol açan bazı antijenlerin yapısı da değişiyor. Bunlara karşılık oluşan immün yanıt (kalemimde ve klavyemde tüy bitti dikkatinizi çekmekten; bakınız özellikle “antikor” değil, “immün yanıt” diyorum) artık benzerlik görmediği için dokularıma da saldırmıyor. Şu “sitokin fırtınası” adı altında bize yutturmaya çalıştıkları hadise olmuyor artık… Ne güzel, başardık… Yaşasın doğal mutasyon…
Evet… Mutasyon olayına daha geniş bir çerçeveden bakmanızı istiyorum. İki farklı organizmanın biraraya gelmesi durumunda gerçekleşen her problem biyoloji için çözülmesi gereken bir bilmecedir ve bu bilmeceyi çözmek için kullanacağı en güçlü araç da mutasyondur… “Hani tek silahımız ‘aşı’dır” diye buyurtuyorlar ya ünlülere televizyonda… Hayır “aşı” sadece elimizde patlayan bir silahtır, bu işi çözecek olan şey doğal mutasyondur. Doğal mutasyonu da ancak aşılama ile geciktirirsiniz. Zaten öyle de oldu…
Şimdi size yine bomba gibi bir bilgi verip başka bir ezberi daha bozacağım. İnfluenza ve son major mutasyonlarını geçirmekte olan Covid’den ölüm sebeplerinin çoğu (bağışıklık sistemi çok zayıf olan sınırlı sayıdaki insanları hariç tutarsak) maalesef yine otoimmünitedir. Ve aslında bu virüsleri sürekli ve sık mutasyona iten sebep de -sanılanın aksine- virüsün konakta otoimmüniteye sebep olmayacak antijenleri bulma çabasıdır. Yani doğa, İnsanoğlunun doğaya aykırı müdahaleleri sonucunda bozulan iç dengemize uyum sağlatmak için “mutasyon” kartını oynamaktadır. Şaşırdınız, değil mi? Hepimizin bağışıklık sisteminin ayarı (özellikle de bebeklik döneminde olduğumuz aşılar nedeniyle) bozuk olduğu için populasyonda muhakkak belirli insanlarda bir patojene karşı oluşan immün yanıt normal dokularla çapraz reaksiyon veriyor. Böylece o patojen yüzünden değil, o patojenle ölmüş oluyor hasta. Ve o patojen tehlikeli ilan edildiği için de yeni aşı arayışlarıyla bu kısır döngü tetikleniyor…
2- Covid’in laboratuar ürünü olduğu söylendi. Normalde izole bile edemediğimiz ve istediğimiz özellikleri olan bir virüsü üretebilecek bir teknolojimiz var mı? Şüpheliyim. Hadi diyelim ki var… Lakin, inanın bana bu çok önemli değil (kriminal ve hukuk açısından çok önemli tabii ki de, ben tıbbi açıdan, yani kendi alanımdan bakıyorum). Çünkü, ister doğal yollarla (in vivo) oluşmuş, isterse laboratuar ürünü (in vitro) olsun, bahsi geçen patojen birkez canlıların ortamına salındı mı artık biyolojik kuralların kontroluna girmiş olur. Biz aşı, gen terapisi, tuhaf ilaçlar, nano teknolojili ürünler vs. gibi doğal olmayan yollarla taş koysak da, patojenin ve konak hücrenin karşılıklı uyum ve adaptasyonları ile ilgili olan mekanizmalara müdahale edemeyiz (süreci geciktirmek dışında) ve sonunda suyun yolunu bulduğu gibi biyoloji de yolunu bulur. Okyanusun ortasında boşalttığınız bir biyolojik atığın birkaç gün sonra zerresini bulamazsınız. Aynı şekilde, biyolojik ortama salınan bir patojenin orijinali de tarih olur. Bunu lütfen unutmayın.
3- Önceki yazılarımda özellikle bahsetmediğim bir konuya, sürecin sonunda olduğumuz için bu sefer değineceğim. Biliyorsunuz, “virüs” diye bir yaşam türünün mevcut olmadığını savunan görüşler var. Bakteri, Ricketsiya, mantar gibi daha büyük boyuttaki yaşam türleri için hastalık yapıcı etkilerindeki rolleri konusunda tartışma açılabilir (Claude Bernard [Germ (Mikrop) vs. Terrain (Ortam) teorisi], Antoine Bechamp [Microzyma], Ethel Douglas Hume, Gaston Naessens [Somatid], Wilhelm Reich [Bion] ve Guenther Enderlein’in öğretileri; hatta Yeni Alman Tıbbı’nın kurucusu olan Ryke Geerd Hamer’in görüşleri, vs.), ancak bunların “varolmadıkları” iddia edilemez. Virüsler için ise böyle bir tartışma söz konusu… Bugüne kadar hiçbir virüsün tam olarak izole edilemediğini ve Corona virüsü izole edecek kişiye verilecek olan yüksek para ödülünü alabilen bir şahısın henüz ortaya çıkmadığı da düşünülürse, pek de boş bir iddia değil bu… Bir Virolog olan Stephan Lanka‘nın kendisinin doğada varolmayan bir canlı türünün uzmanlığına sahip olduğunu itiraf edecek kadar büyük bir inançla bu fikri savunması ve Kızamık virüsünün izolasyonu için ilk para ödülünü ortaya atması da bana çok ilginç ve dikkat çekici gelmiştir. Bu hususta, Dr. Valentina Kiselev, Dr. Andrew Kaufman, Dr. William Trebing ve arkadaşım da olan Ted Koren‘in ciddi argumanları ve çalışmaları var. Bunların hepsi son derece ciddi, birikimli ve çok da saygı duyduğum insanlar. Herkesin ve özellikle de tüm Hekimlerin bu üstadların kitap ve çalışmalarını okumalarını, son saydığım dört kişinin videolarını seyretmelerini ve argumanlarına kafa yormalarını isterim.
Her neyse… Bakteri ve benzerleri mikroorganizmaları bir kenara bırakalım. Virüs diye bir şey var mı, yok mu? Yok ise Covid’den ve diğer viral olduğu söylenen hastalıklardan hastalananlar niye hastalandı ve daha önemlisi, ölenler niye öldü? Virüs var ise sorun yok. Zaten tüm yazılarımda onun varolduğu hipotezi ile yürüdüm… Bunu biliyorsunuz… Peki, ya yok ise? Açıkcası, yüksek ihtimalle de yok gibi (yani virüs diye bir mikroorganizma tipi mevcut değil) gözüküyor. Yani ben de biraz o tarafa kayık durumdayım :)). Eyvallah… Bir de buradan bakalım, da…. Nereden yakacağız?
Virüs yok diyenler, virüs sandığımız şeylerin parçalanmış hücre segmentlerinden oluşan toksik proteinler veya zehirlenmiş hücrelerden çıkan ve muhtemelen peptid veya protein yapısında olan bazı atıklar (“egzozom”lar, yani “hücre dışı cisimcikler”) olduğunu iddia ediyorlar. Bu teori, hastalık yapmayı da bulaşmayı da açıklayabilir. Hatta şu meşhur Spike (Başak) proteininin de (ki aslında terminolojik olarak bu tür proteinler “Prion” terimi ile ifade ediliyor) bu toksik moleküllerden biri olduğu [bir başka deyişle, Coronavirüs diye adlandırılan şeyin gerçekte toksik olan Spike proteininin kendisinden başka bir şey olmadığı] iddia ediliyor. Her neyse… Bahsi geçen şey bir protein ise, otoimmüniteyi tetiklemesi de açıklanabilir. Hatta bunları içeren aşıyı da açıklar (kaldı ki, örneğin Tetanoz ve Difteri aşıları da ilgili bakterilerin antijenini değil vücutta etki gösteren toksik proteinleri içeriyor. Yani biz bunlara da hala aşı [aslında daha doğrusu toxoid] diyoruz).
Ne kaldı açıklamamız gereken? Mutasyon… Bunlar protein parçaları ise, konak hücrenin bir şekilde adaptasyon çalışması yaparak ağır hastalanmama veya hayatta kalma yolları bulabileceğini düşünebiliriz. Peki, protein parçalarının kendisi ne olacak? Birileri bunun (virüs sandığımız protein parçalarının) moleküler yapısının zamanla değiştiğini, mutasyona uğradığını söylüyor. Bu doğru ise, nasıl oluyor? Buna da açıklamam şu: Bahsi geçen (yani virüs olduğu sanılan) protein molekülleri parçalanmış (veya sadece atık halde olan) ve vücut için (her zaman veya sadece belirli koşullar geliştiğinde) toksik etkili hale gelmiş hücre artıklarından oluşmuş ise, bunların birbirine benzeyen, ancak birebir aynı olmayan aminoasit dizilimi oluşturmaları gayet doğaldır. O zaman biz bunları yanlış olarak “mutasyon” diye adlandırmış oluyoruz. Yani ortada bir mutasyon değil, farklı farklı zehirler var aslında. Her halikarda, biyoloji, bu protein parçalarının beden için toksik olmadığı ortamı yaratacak farklılıklara (pH değişimi, belirli reseptörlerin yapısında farklılık yaratma, bunları parçalayacak bazı enzimlerin aktivitelerinin arttırmak veya bu toksinleri bedenden daha hızlı uzaklaştırmanın yolunu bulmak gibi) veya bu proteinler üzerinde artık otoimmüniteyi tetiklemeyeceği bir şekilde konak hücreler tarafından yapılacak moleküler değişikliklere olanak sağlayarak gerekli adaptasyonu oluşturabilir. Sonuç itibari ile, bu görüşe göre, viral infeksiyon sandığımız şey aslında bedenin toksinleri atarken veya onları etkisiz hale getirirken yaşadığımız semptomlardan (ateş, burun akıntısı, öksürük, ishal, kusma, cilt döküntüleri ve kaşıntısı, saç dökülmesi, genel vücut kırıklığı, kas ve eklem ağrısı, vs.) ve maalesef bazı vakalarda buna eşlik eden ve işin seyrini değiştiren otoimmün sendromdan başka bir şey değil. Aslında, düşünürseniz, “viral infeksiyon” diye bildiğimiz kondisyonların hemen tamamında belirtiler zehirlenme (toksikoz) durumumun yarattığı semptomlara çok benziyor, hatta birebir örtüşüyor. “Virüs diye bir şey yoktur, virüs sandığınız şeyler de bir takım toksinlerden başka bir şey değildir” diyen bilimadamlarının çoğu gerçekten çok dolu ve zeki insanlar… Bu teori bazılarınıza saçma gelebilir; ancak hiç de yabana atılabilecek bir şey değil. Ciddiye almanızı, en azından argumanları incelemenizi öneririm.
Her neyse… Sonuç itibari ile, aslında virüs diye bir şeyin gerçekten olup olmadığının temel çözümler veya alacağımız önlemler/eylemler açısından bir önemi bulunmuyor. Daha önceki yazılarımda virüsün varlığını kabul ederek yaptığım argumanların neredeyse tamamı, virüsün olmadığını kabul ettiğimiz takdirde de geçerli. Bununla birlikte, eğer virüs zannedilen şeyler “parçalanmış hücre fragmanlarından” veya “toksin miktarı çok yüksek olan hücrelerin atıklarından” ibaret ise, aşıların (özellikle de zehirin bizzat kendisini konak hücreye sentezlettirecek olan mRNA aşılarının) gereksizliğini ve asla çözüm olamayacağını daha da kuvvetli bir tonda iddia edebiliriz.
Bu tartışmayı daha önceki yazılarımda özellikle yapmadım. Çünkü, “Corona virüs diye bir şey var mı ki” diye başlayacak bir cümle ile birçok okuyucuyu baştan kaybetmiş olacaktım. Oysa, tüm tartışmaları virüsün varlığını kabul ile yaptıktan ve bu bilgilerin sindirilmesini bekledikten sonra, az önce burada yaptığım gibi, “böyle bir varsayımı da değerlendirseydik, aynı vakıaları nasıl açıklardık” diye devam ederek bilginin tümünü almanızı garanti etmiş oldum. Bu da benim kurnazlığım olsun :))
4- Şimdi, vicdanımı kemiren ve benim için önemli olan başka bir mesaja geçmek istiyorum.Yukarıdaki ve diğer yazılarımdaki bilgileri bir düşünün. Hatırlarsanız, hemen her yazımda, “içeriklerini ve olası zararlarını bilmeleri kaydı ile aşı olmak isteyen insanlar var ise, bu özgür iradeye saygı duymak gerekir” dedim. Son yazımda, böyle demek zorunda kalmamın altındaki ana nedeni de açmıştım. Ancak, bu sefer başka bir hususa açıklık getireceğim. Kendiniz ile ilgili her ne karar verir iseniz bu sizin alacağınız bir risktir. Bir şey diyemem… Ve fakat, vicdani olarak bir konuda kesin kanaatimi sunmak ve uyarımı yapmak durumundayım. Bu aşıyı 0-5 yaş arasındaki kesime yaptırmaya çalışan herkes bir katliama imza atmaya çalışıyor… Hele de bunların arasında olan yeminli Tıp Doktorları çok büyük bir vebale ve yatacakları yerin olmayacağı bir yola giriyorlar. Çocuklarınıza, bebeklerinize biraz kıymet veriyorsanız, bu Covid aşısını bu yaş grubundan uzak tutun (hatta çok samimi temennim, reşit olmayan, yani 18’in altı yaştaki her çocuk için de bu aşının yaptırılmamasıdır). Bir bilseniz bu aşı adı verilen karışım ile bebeğinizin bedenine zorla verdiğiniz kimyasallar ve daha önemlisi biyolojik materyallerin nasıl zararlı olduğunu, bunun tam idrakine bir girseniz, hissedeceğiniz vicdan azabı ile yaşamanın en büyük ceza olduğunu da anlarsınız… Bu zamana kadar olan oldu… Ben bundan sonrasından bahsediyorum… 0-5 yaş grubunda sayılı vaka takdimleri dışında ölümün duyulmadığı bir gerçeklik var iken, bunlara Covid için aşı yapmak için kastırmak hangi akla, mantığa ve vicdana sığıyor? Merih Hanım vasıtası ile okuduğunuz bu kadar yazım ile üzerinizde birazcık hakkım oluşmuş ise, özellikle 0-5 yaş arasındaki çocuklarına aşı yapacak olan anne/babaya bu hakkımı helal etmiyorum… Sizlere de bunu yaptırmaya çalışanlara ve “köpek gibi aşı olacaksınız” diye hakaret edenlere hakkınızı helal etmemenizi öneririm…
5- Önceki yazılarımdaki bazı hususları bilinçli olarak kısa kestim, ilgili yazı veya sonrasında açmadım. Şimdilik ipuçları veya kısa bilgi olarak kalmaları daha uygun. Belki ileride bunları da daha detaylı izah etmek veya başka bilgilerle birleştirerek daha anlamlı hale getirmek kısmet olur…
6- Covid’den ölen bir sürü insan oldu… Ateş düştüğü yeri yakar… Bunların bir kısmı aşılı idi, bir kısmı -sözde- kısmi aşılı idi, bir kısmı da tam (hatta tam ötesi) aşılı idi… Basında ve sosyal medyada gözümüze sokulan vaka örnekleri ve sayıları bir yana bırakın… Yakınlarını gerçekten kaybedenlere sözüm… Ben bu infeksiyonu küçümsemiyorum. Sadece, “ağır klinik veya ölüm sebepleri sandığınız veya size dikte edilen faktörlerden kaynaklanmıyor” diyorum. “Bize ne esas sebebinden, sonuçta ölmedi mi yakınlarımız, biz sonuca bakıyoruz” diyeceksiniz… Ona da saygı duyuyorum. Ancak, gerçeği bilmek geride kalanların sağlığı ve hayatta kalabilmeleri için önemli. Lütfen, tüm yazılarımı tekrar gözden geçirin. Biyolojinin kurallarını doğasını, fitratını anlamaya çalışın. Ona güvenin ve sistemin kirlenen doğayı ve sürekli olarak sabote edilen bedenimizi korumaya, düzeltmeye yönelik olarak çalıştığını bilin.
Bir takım insan ve güçlerin insanlıkla ilgili farklı planları olabilir. Nitekim, bu planlar doğrultusunda bugüne kadar çok insan acı çekti, hayatını kaybetti ve “ne yazık ki” gelecekte de böyle olmaya devam edecek. Lakin şunu bilin ki; doğaya ve biyolojiye kafa tutan bu anlayışın çok daha üstünde olan Evrensel bir güç var. İçinizdeki inancı korudukça ve insan ırkına sırt çevirmedikçe her türlü oyunu bozabileceğinizi bilin. Sistem tesis edilen her problem için bir çözüm üretme güç ve kudretine sahip. Ve aynı sistem içimizde de mevcut… Onu hissedin, ona güvenin… Ve en önemlisi… Ayrımcılığa (aşılı/aşısız, A ırkı/B ırkı, C dini/D dini, kadın/erkek, vs.) izin vermeyin; çünkü hepimiz aynı gemideyiz…
Daha önceki yazılarımdan birinde belirttiğim üzere, bu yazıları yazmakla hiçbir maddi çıkarım yok. Ürün satmıyorum, reklamımı yapmıyorum, belli bir süredir hasta kabülü bile yapmıyorum, politik bir mesaj vermek veya politikaya atılmak gibi bir derdim yok (benden uzak olsun), herhangi bir mevki veya şöhret istemiyorum. Hatta bakın, görüyorsunuz; bu süreçle ilgili -inşallah- son yazımı yazıp çekiliyorum. Bu mesleğin bana yüklediği sorumluluk ve vicdanım ile bu son yazılarımı yazdım, mesajlarımı verdim. Bundan sonrası da sizlere kalmış… Hakkınızı helal ediniz…
Saygılarımla… Doç. Dr. Cüneyt Konuralp 08.02.2022
Doç. Dr. Cüneyt Konuralp’in Tüm Yazıları >>>
YAZI 1- Bağışıklığın takibinde antikorlar doğru kriter mi?
YAZI 2 – Aşısızların mutasyona sebep olup aşılıları riske attığı doğru…?
YAZI 3 – Mutasyon halka algılattırılmaya çalışıldığının aksine, KÖTÜ DEĞİL, İYİ…
YAZI 4 – mRNA Aşılarındaki Grafen Meselesi
YAZI 5 – Dr. Cüneyt Konuralp’ten okuyucularım için özel derleme
YAZI 6 – Corona Gündeminde Sansür, Bilgi Kirliliği ve Gerçekler
YAZI 7 – Antikorlarla ilgili Saklanan/Bilinmeyen Gerçekler
YAZI:8 Yeni varyant Omicron (NU) üzerine
YAZI 9: Omicron varyantı iyi mi, kötü mü? Ne olacak şimdi?
YAZI 10: Plasebo, Nosebo ve Sebo etkileri ve Pandemi ile ilişkileri
Verdiğiniz tüm bilgiler için çok teşekkür ediyoruz . Yoktur ama eğer varsa bizden yana helal olsun. Asıl siz hakkınızı helal edin lütfen. 🤲
Merih sana da ayrıca teşekkürler bizleri böyle kıymetli bir yazı dizisi ile buluşturduğun için.
İlim sahipleri için bugünlerde doğruyu ve hakkı savunmak,çıplak avuçta kor ateş taşımakla eş değer.Rabbim sizin ve diğer emek veren hekimlerin, diğer meslekten olup, insanlık için çaba gösteren tüm insanların,emeğini zayi etmez.Hepinize duam, Rabbim, işlerinizi kolay, emeklerinizi bereketli kılsın,sizleri koruyup gözetsin,sizler bize hakkınızı helal edin,biz sizden ebeden razıyız,Allah da hepinizden razı olsun,emeğinize yüreğinize sağlık.
Cüneyt bey ve Merih hanim başta olmak üzere , okuyan paylasan herkese çok teşekkürler ♥️ böyle bilgilerin ehil birisi tarafindan verilmis ve kayda alinmis olmasi paha biçilemez… Hakkımız helaldir, sizler de helal ediniz lütfen 🌺 sevgilerimle…
Hem Merih hem Cüneyt Bey iyi ki varsınız, siz de hakkınızı helal edin… Merih senin sayende hayatımıza (çocuklarımında), sağlığımıza katkı olacak o kadar çok şey öğrendim ve o kadar çok kişi tanıdım ki… Minnettarım🙏💐
Ufuk acici bir yazi olmus yine. Tam da kizimin anaokulundaki asili cocuklara üzülürken karsima cikmasi da manidar. Elinize emeginize saglik 😊
Cüneyt bey vakit ayırıp bizlere bu faydalı bilgileri yazdığınız için çok teşekkürler. Allah razı olsun.
Ve Merih hanım çabalarınız, emekleriniz için sonsuz teşekkürler.
Babam 1 Şubat’ta sözüm ona Covid yüzünden vefat etti. Bana anlatılanların hiçbirine zerre inancım yok. Bu yazıdaki açıklamalarla kendi fikirlerim daha da netleşti. Hiçbir zaman bu hastalıktan korkmadım, birebir yaşamış olmama ragmen de hala korkmuyorum. Koyun olup bana anlatılan yalanlara inanamayi değil kurt olup kendi bilgilerimi avlamayi tercih ediyorum. İyi ki sizin gibi hekimler hala var. Yoksa işimiz çok zorlaşirdi 🙏
Çok değerli ve saygıyla bahsettiğim hekim unvanını hak etmiş Cüneyt hocam,Allah razı olsun…Engin bilgilerinizi bıkmadan,usanmadan paylaştığınız için, her yeni gelişmeye ve bilgiye açık olan naçizane bizlere, sizler Merih hanımla birlikte lütfen hakkınızı helâl ediniz…Bizlerden yana sonuna dek helâl….Insanliginiz ve duruşunuz daim olsun, her daim yazılarınızı bekler ve saygılar sunarım…
Sayın Cüneyt Konuralp beyefendi son yazı cümlenızde hakkınızı helal edin sözüyle “Hakkım Helal olsun”. 🤗🤗 Ferda Hanım’la yaptığınız youtube vıdeonuzu izledikten sonra bu yazınızı okudum. Kalbim’e ve aklım’a dokunduğunuz için çok teşekkür ederim 🌼 🌼 💐